Öznur Yıldırım - Veyl (Yabancı #2) | Kitap Yorumu

Kitabın;
Adı: Veyl
Ait Olduğu Seri: Yabancı #2
Yazarı: Öznur Yıldırım
Yayınevi: Pegasus
Kategorisi: Türkiye Roman
Sayfa Sayısı: 600
Goodreads Puanı: 4,21
Etiket Fiyatı: 37,5




ARKA KAPAK YAZISI

Tanrı, şeytanın inini cennete sakladı.

Kahverengi gözleri bana kabuk bağlamış yaraları anımsatan küçük bir kız çocuğu tanıdım. Onu parçaladım, mahvettim, yok ettim. Onu korudum, kurtardım, var ettim. Zihnimi durduramadım. Bir rüzgâr esti ve tavandaki lamba uğursuz bir ses çıkararak yavaşça sallandı. Gökyüzümü kara bulutlar kapladı, yağmur yağdı. Terk edilmiş bir kasabada geceler kimsesizdi, güneş yok oldu, ay sabah olunca doğdu. Boş bir arazide bir yel değirmeni döndü, döndü, döndü… Sonra sana bir masal anlattım.

Ve seni ölüm uykusuna yatırdım.


YORUMUM

Yabancı’yı okumaya başladığım ilk zamanları hatırlıyorum. Popülaritesinin en tavan yaptığı zamanlarda okumaya başlamıştım. Wattpad kullanırken Yabancı isimli bu kitabın varlığından haberdardım tabii ki. Wattpad’de en çok okunan Türk kitabını bilmeyen yoktu. Okumayı hep geciktiriyordum çünkü bir gün bu hikâyenin bir kitap olacağını biliyordum. Kitap halini okumak istiyordum. Ama sürekli duyuyordum kitapla ilgili metihleri. İşte şöyle güzel, böyle güzel. Öznur’un kalemi mükemmel, betimlemeleri seni senden alıyor. Gerçekten basılmış kitaplardan bile daha güzel. Bendeki beklenti artınca dayanamayıp okumaya başlamıştım Yabancı’yı. İlk birkaç bölüm okuduktan sonra acaba ben doğru hikâyeyi mi okuyorum diye sormuştum kendi kendime. Evet, güzeldi. Wattpad standartlarına göre gerçekten iyiydi. Ama bana bahsedilen kadar harika bir şeyi de yoktu. Öve öve bitiremedikleri betimlemeler normal betimlemelerdi. Ondan sonra Wattpad’i kullanmayı bıraktım zaten. Çünkü o kadar çöp bir ortam olmuştu ki normal bir kitap olan Yabancı’yı fazlasıyla yüceltmişlerdi. Her neyse bir kere başladığım için bitirdim bende.

   Yabancı serisinden kısaca bahsetmek gerekirse bu seri bir katil-kurban ilişkisini anlatan bir seri. Ana karakterlerimiz Ediz Çağıran ve Doğa Güngör. Doğa’nın abisi Ediz’in babasını öldürüyor bunun üzerine Ediz de Doğa’yı kaçırıyor ve böylece hikâyemiz başlıyor. Savunmasız karakterimiz Doğa hastalıklı bir şekilde Ediz’e bağlanırken Ediz de intikamı için Doğa’yı kullanıyor.

   Veyl’i ilk çıktığında aldım ama hemen okumadım çünkü üçüncü kitabın gelmesine çok olduğunu biliyordum ve okuduktan sonra ‘’Hemen üçüncü kitabı bana fırlatın!’’ durumuna yakalanmak istemedim. Üçüncü kitap çıkana kadar okumamaya karar vermiştim Veyl’i. Sonra YouTube’da bu kitapla ilgili videolara denk geldim. Wattpad’dekinin aynısı artı seksen sayfa olduğunu öğrendim. Bu beni biraz üzdü açıkçası. Çünkü her ne kadar üzerine eklemeler yapılsa da süslemeler de artırılsa da daha önce okuduğum bir şeyi okumak çok sıkıcıydı. Ama herkes o ilk defa okuyacağımız seksen sayfadan o kadar övgüyle bahsediyordu ki dayanamadım başladım Veyl’e.

   Dediğim gibi daha önce Wattpad üzerinden okuduğum için çokça sıkıldım ve bir an her şeyi atlayıp son kısma gelmek istedim ama kendimi tuttum ve sabırla okudum. Üzerine eklemeler yapılmıştı, mantık hatalarının düzelmesi için birkaç değişikliğe gidilmişti. Karakterlerin bazı özellikleri değişmişti. Mesela Ediz daha parlayan bir karakter olmuştu ve onun geçmişine biraz da olsa inebilmiştik.

   Bu ufak tefek değişiklikler güzel olsa da bana pek yeterli gelmedi maalesef. Çünkü hala mantık hatası olan yerler var. Okurken bunu fark ediyorsunuz, şu an buraya tek tek bu mantık hatalarını dizmem saçma olur. Örnek vermek gerekirse Ediz’in yaşı meselesi var. Doğa’nın yaşı 18, bu sabit. Ediz’in yaşını yazarın değiştirdiğini biliyordum ama bunu kitapta sadece tek bir yerde değiştirmiş. Şöyle ki kitabın bir yerinde Ediz’in 25 yaşında olduğunu okuyoruz. Çok sonraları Doğa ve Ediz tartışırken Ediz aralarında beş yaş farkının olduğunu söylüyordu. Ama aralarındaki yaş farkı beş değil, yedi. Bu gibi ufak tefek hatalar kitabın içinde vardı. Bu mantık hataları ilk kitap olan Şahmeran’a göre daha azdı ama yine de artık basılmış bir kitap olarak elimizde olduğuna göre, olmaması gereken hatalardı.

   Eklenen bazı kısımlar bana uymamış geldi. Uymayan bir yapboz parçasını ısrarla koymaya çalışmış gibiydi. Belki de düzenlemelere gidilmeden önceki halini de okuduğum için eklenen bu bazı kısımlar bende yavan bir tat bıraktı. İlk defa okuyanlar bu kısımların farkında olmadan okuyacakları için ne kadar uymuş ne kadar uymamış bilemeyeceğim ama ben pek yakıştıramadım. Özellikle kitabın arka kapağında da yer alan ‘’Tanrı, şeytanın inini cennete sakladı’’ ifadesi. Birçok yerde yersiz kullanılmıştı bence.

   Betimlemelerden de bahsetmek istiyorum. Öznur Yıldırım’ın kalemini beğeniyorum. Başarılı bir yazar, gerçekten. Ama betimlemelerinin hepsi birbirinin replikası ve çok tekrara düşüyor. Artık yelkovanın akrebi takip etmesi beni çok sıktı! Kitabın birçok yerinde kullanılan bu betimleme (?) hoş ve etkileyici ama bir yerden sonra kabak tadı vermeye ve beni tiksindirmeye başladı.

   Öznur’un kalemi özgün. Okurken tam Öznur’luk cümle dediğim bir sürü cümle oldu. Ama bazı kurduğu cümleler pek anlamlı değildi. Kulağa hoş gelen bu cümlelerden çoğu zaman bir anlam çıkmıyordu. Ya da çıkıyorsa da olan olaylarla pek bağlantılı değildi. Ama bu alakasız ahenkli cümlelerin dışında gerçekten ruhuma dokunan cümleleri de vardı. Damarlarımda akan kanda dahi hissettim o cümleleri. O yüzden Öznur’un kalemini beğeniyorum. İleride başka kitap çıkartırsa da almayı düşünüyorum.

   Hissetme konusuna gelmişken… Wattpad’de okurken bu kitabı heyecanla, merakla okuduğumu ve okurken sürekli kalbimin gümbürdediğini hissediyordum. Ama kitap halini okurken hiçbir duygu hissetmedim. Evet, teknik olarak yaşananları ikinci okuyuşum ama üzerine bir şeyler eklenmişti. Daha duygulu olması gerekmez miydi? En azından bir şeyler hissetmem? Hayır. Doğa karakterine öfkelenmekten başka neredeyse hiçbir şey hissetmedim. Doğa’nın üzüntülerini kararsızlıklarını paylaşamadım mesela. Yazar, kitabın Wattpad’deki halindeki boşlukları süslü cümlelerle doldurmuş ama bana hissettirdiği o duyguları da silip götürmüştü. Belki de artık büyüdüğüm için hiçbir şey hissetmemiştim.

   Ediz karakterini sevmiyorum ve sevmeyeceğim. Aynı şekilde Doğa karakterini de sevmiyorum. Doğa karakterini anlayamıyorum da. Olanları onun gözünde okumamıza rağmen ben Doğa karakterini hissedemiyorum, anlattıklarını hissedemiyorum. Bir bağlantımız olmadı Doğa karakteriyle. Ana karakterlerini sevmediğim kitapları genelde sevmiyorum. Ama Yabancı serisini sevmiyorum demem için çok erken. Hala bu seriyle ilgili tam bir düşünceye sahip değilim. Final kitabını da okumadan da tam net bir düşünceye sahip olabileceğimi düşünmüyorum.

   Doğa’nın Ediz’e karşı hissettikleri hastalıklı. Ama bu durum kitapta bir nevi aşk gibi gösterilmiş ve bu hoşuma gitmiyor. Bu bildiğiniz bir hastalık! Adına Stockholm sendromu deyin ya da başka bir deyin. Normal olmayan, hastalıklı bir ilişki ikisinin arasındaki ve aralarındaki şeyin kesinlikle aşk olduğunu düşünmüyorum. Birkaç yerde ‘aşk’ kelimesini görünce, olamaz diye çığlık atmak istedim. Çünkü olamaz ve olmamalı.

   Alakasız olarak bir konuya daha değineceğim. İlk kitabı okuyanlarınız bilir Kutay, Egemen falan o karakterleri. İlk kitapta zaten bu Kutay meselesini anlayamamış mantığıma oturmamıştım çünkü benim gözümde bu olay örgüsü asıl kurguya bir şeyler eklemiyordu. Bu kitapta da bir bölümde bu karakterleri tekrar okuduk ve tam anlamıyla ‘cringe’ oldum. Türkçe bir kelime kullanabilmek için çok düşündüm ama maalesef bulamadım. Hissettiğim o duyguyu en iyi anlatan kelime bu çünkü. Bu karakterlerin var olması çok saçma. Elimde olsa onları tamamen kurgudan silip atardım. Çok saçma, gerçekten.

   Uygar ve Gece karakterleri önceki kitapta benim gözümde çok silik karakterlerdi. Varlıkları ve yoklukları benim için bir anlam teşkil etmiyordu. Gözümde olayları canlandırırken bile o ikisinin bu aklımdaki sahnede bir yeri bile yoktu. Bu kitapta bu silik görüntüler biraz daha netleşti. Bu karakterlerin Ediz’le olan bağlantısına şahit olduk ama bana yeterli gelmedi. Hala karakterler hakkında sanki hiç var olmamışçasına hiçbir şey hissetmiyorum.

   Kitaptaki bir diğer büyük sıkıntı ise zaman kavramı. Yaşananlar o kadar hızlı ve yoğun olarak aktarılıyor ki bir an duraksadım ve kendi kendime dedim ki acaba fantastik bir kitap mı okuyorum? Bir gün 24 saat değil de 48 saatmişçesine yaşandı bütün olaylar. Gerçekten yaşanan bütün olaylar art arda yoğun bir şekilde yaşandı. Bu kadar tempoyu kimse, hayali karakterler bile kaldıramaz.

   Öznur Yıldırım’ın bu kitabı yazma serüvenini biliyorum. 15 yaşında kurgulamaya başladığı bu kitabı 16 yaşında kaleme almaya başladı ve yazarımız şu an 20 yaşında. Yılların getirdiği bir olguyla tabi ki kaleminde bir değişiklik var, bu hissediliyor. Ama en çok da son bölüm olan Güneşin Cesedi’nde hissediliyor. Sadece yazarın üslubu da değişmemiş aynı zamanda karakterler de değişmiş ve bu değişiklik elle tutulabilecek kadar ağır bir değişimdi. Bir an okuduğum karakterlerin Ediz ve Doğa olmadıklarını düşündüm. Özellikle Doğa karakteri. Bir karakter bir kitap boyunca bu kadar mı çok değişir? Karakter resmen yüz seksen derece ters dönmüş gibi hissettim. Aynı şey Ediz karakteri için de geçerli. O da çok değişmişti. Geçen zaman içinde evet, yazarın üslubu, kalemi değişti. Bu değişim karakterlere de yansıdı. Ama bu kitabı biz bir bütün olarak okuyoruz. Karakterlerde bir değişiklik yaşandıysa buna tanık olmak isterdim. Bu çok canımı sıktı açıkçası.

   İki kitap oldu ve ben ana kurguya dâhil elle tutulur bir şey bulamadım. Son bölümdeki ‘yalan’ kısmı hariç ki ona birazdan değineceğim.  1200 sayfa okuduk ve Ediz karakteri son bölümle beraber daha da gizemli bir hale geldi. En nefret ettiğim olaylardan birisi de bütün aksiyonun ve bütün çözümlenmelerinin son kitaba bırakılması. Bu iki kitap boyunca aklımıza bir sürü soru işareti doldu ama hiçbirinin cevabını alamadık. Cevaplar alamadığımız gibi yeni soru işaretleri ekildi zihnimize. Final kitabı çok yoğun olacak ve umarım tatmin edici olur. Çünkü dediğim gibi seriyle ilgili hala belli bir fikre sahip değilim. Bu seriyi sevip sevmediğime son kitapla beraber karar vereceğim.

   Kitabı daha fazla bekletmeyip okumamın sebebi son bölümdü. Çünkü övgülerle bahsedilmişti ve ben de merak ediyordum. Kitap boyunca sabırsızlıkla o bölüme gelmeyi bekledim. Geldim, okudum, bahsedilen yalanı okudum. Ama tatmin olmadım. Doğa’nın bu yalanı öğrendikten sonraki tepkileri beni çıldırttı. Yalanla ilgili daha fazla şey öğrenmek istedim. Ama tahmin edersiniz ki öğrenemedim ve bu da benim daha fazla soru üretmeme sebep oldu. Sanırım kitabı okuduğum bunca zaman boyunca o son bölüm için fazla bir beklentiye soktum kendimi. Sonunda hayal kırıklığına uğradım. Şaşırdım, evet ama çok şok olmadım ya da ‘ters köşe’ olmadım. Kitabın en sonundaki kısmı beğendiğimi söyleyebilirim. En sonu hariç Güneş’in Cesedi, yani son bölüm, benim için hayal kırıklığıydı.


   Aklımdaki bütün düşünceleri kırpmadan, biçmeden yazdım ve gerçekten de uzun bir yorum yazısı oldu. Yukarıda da iki defa bahsettiğim gibi bu kitabı beğenip beğenmediğim hususunda kesin bir yorum yapamam. Son kitabı da alıp okuyacağım, o zamanda yorumlarımı sizlerle paylaşmaya çalışırım. Seriyi önerir miyim, sorusunun cevabını da ben son kitabı okumadan buna da kesin bir yanıt vermek istemiyorum ama 16 yaşından küçüklerin okumaması taraftarındayım. Çok yorulduğumu hissediyorum şu an. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, hoşça kalın!

Yorumlar

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder